Gazetecilik… Ne kutsal bir meslek, değil mi? Hakkı savunmak, gerçeği ortaya çıkarmak, adaletsizliğe karşı kalemle savaş açmak… Ancak bugün geldiğimiz noktada bu kutsal meslek, birçokları için bir çıkar kapısından, bir dalkavukluk mecrasından öteye geçemiyor. Şimdi bir kez daha soruyorum: Size ne lazım? Susan bir gazeteci mi? Gözlerini yumup kulaklarını tıkayan, sahte bir huzurla yaşayan biri mi? Yoksa gerçekleri haykıran, bedeli ne olursa olsun haktan yana olan biri mi?
Bazıları için gazeteci olmak, bir elçi olmaktan öte cebini doldurma aracıdır. "Kim çok alkışlar, kim çok şöhret katar bana?" diye düşünürken, hakkın sesini duymaya bile tenezzül etmezler. Gerçekleri yazan gazeteciye destek vermek ise neredeyse bir tabu! Ya da korku… Ah o korku… Çünkü "Rızkı veren Allah’tır" diyenler bile, kullarından zarar gelir diye korkar hale gelmiş. Komik değil mi? Hem Allah’tan korktuğunuzu iddia edip hem de adınızın bir dedikoduya karışmasından ölesiye çekinmek…
Hadi bir de şu "dostluk" mevzusuna girelim. Şu "arkadaş", "gardaş" kelimelerini, hıçkırıklarınızla büyüttünüz, yıllarca kutsallaştırdınız ya… Evet, onlardan bahsediyorum. Sizin dost dedikleriniz, sizin yanınızda olmaktan korktu. "Aman efendim, ya bana zarar gelirse? Ya birilerinin dikkatini çekersem? Ya oturduğum koltuk sallanırsa?" işimden olursam? diye kaçtılar. Sosyal medya paylaşımlarını beğenmeye bile cesaret edemediler. Elbette canları sağolsun! Ancak onların bu korkaklığı sizi şaşırttı mı? Yoksa alışmadık bir şey mi?
Ben memleketimi savundum. Karşıma çıkan kimseye boyun eğmedim. Hep dik durdum. Ancak bu yolda, söylediklerimin gerçek olduğunu bilenler bile yanımda duramadı. Herkesin elinde bir hesap makinesi… Dostluk hesaplanıyor, iyilik hesaplanıyor, destek hesaplanıyor. "Verdiğim destek bana ne kazandırır?" diye sorulmadan kimse hareket etmiyor. Korkmayın efendim, korkmayın. Sizi yanımda görseler ne olur ki? Kıyamet mi kopar?
Peki ya şu meşhur "yaş 35" meselesi… Cahit Sıtkı Tarancı şiirinde şöyle demişti: "Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder." Ama ne oldu? Kendisi 46’sında hayata veda etti. Evdeki hesap çarşıya uymuyor, dostlar. Hiç uymayacak. Bu nedenle, korkarak yaşamak yerine iyilerin yanında olmaya ne dersiniz? Haktan yana bir tutum sergilemeye ne zaman başlayacaksınız? Zaten ölüm kaçınılmazken neden bunca korku, bunca sinsilik?
Bugün süssüzce dile getireyim: Ben hep kötülerin karşısında, iyilerin yanında oldum. Taviz vermedim, vermem. Elbet kıymeti bilinen değilimdir; ancak Allah’ın bana açtığı kapıları görüyorum. O kötüler zarar verdiğini sanırken, ben daha da güçleniyorum. Onların tuzakları benim yollarımı açıyor. İşte asıl mesele burada: Kendi kazdıkları çukura kendileri düşüyor.
O zaman bir kez daha soralım: Size ne lazım? Servetine servet katan, yalakalık peşinde koşan, haktan uzak gazeteciler mi? Yoksa dik duran, gerçeği haykıran, korkusuz insanlar mı? Siz korkmaya devam ettikçe, yarın çocuklarınıza nasıl bir dünya bırakacaksınız? Bu sessizlik, bu korkaklık sadece bugünün değil, geleceğin de çürük temelidir.
Unutmayın, dostlarım. Dünya fani, ölüm gerçek. Siz ne kadar sessiz kalsanız da bu gerçek değişmeyecek. Birgün hepimiz o hesap gününe çıkacağız. O gün geldiğinde, "Doğruların yanında duramadım, korktum" mu diyeceksiniz? Yoksa "Dimdik durdum, haktan yana oldum" diyerek vicdanınızı rahatlatabilecek misiniz? Karar sizin… Ama bilin ki ben burada, kötülürün karşısında, dimdik durmaya devam edeceğim.
Siz korkaklığınızla yaşamaya devam edin. Ben Allah’ın açtığı kapılardan geçmeye devam edeceğim. Haktan yana olmak, çıkardan yana olmaktan bin kat daha şereflidir.
Yorum Yazın