Toplumda parası olanların kendilerini üstün görmesi, kibirli davranışlar sergilemesi ve diğer insanlara tepeden bakması sıkça karşılaştığımız sorunlardan biri. Ziyaret edip dostluğunuzu gösterdiğiniz, değer verdiğiniz kişilerin size aynı yakınlığı göstermemesi ve gösterişin fazlasıyla değer kazanması, modern yaşamın ve toplumsal düzenin bazı kesimlerinde gözle görülür hale geldi. Bu yazıda, kibir ve ego gibi bireysel özelliklerin toplumsal ilişkilerimize nasıl zarar verdiğine, aynı zamanda değerlerin kaybolması ile insan olmanın ve paylaşmanın ne kadar önemli bir yere sahip olduğuna değineceğiz.
Kibir, insanları diğerlerinden üstün görme ve başkalarına küçümseyerek bakma halidir. Kibirli insanlar, genellikle kendilerini en başarılı, en yetenekli veya en zengin olarak kabul eder ve başkalarına alçak gönüllülükle yaklaşmak yerine onları hor görmeyi tercih eder. Bu tutum, ilişkileri zedeler ve insanlar arasında kopukluklara yol açar. Ne yazık ki günümüzde kibir, yalnızca zengin veya başarılı insanlarda değil, herkesin kendi statüsüne uygun olarak sergilediği yaygın bir özellik haline geldi.
Birçok kişi, kibirli davranmayı bilinçsizce tercih eder. Toplumda prestij veya itibar kazanmanın önemli olduğuna inanarak diğer insanlara karşı ego dolu bir tavır sergilerler. Bu durum, yalnızca bireylerin kendilerine zarar vermekle kalmaz, toplumsal dokuya da büyük zarar verir. Dini inançlarda ve ahlaki değerlerde kibir, asla hoş görülmeyen bir davranış olarak tanımlanır. Allah’ın kibirli insanları sevmediği ve bu insanların yüce değerlerden uzak oldukları defalarca vurgulanır. Buna rağmen, kibirden ödün vermeyen, aksine her geçen gün kibirli davranışları artıran insanların sayısında artış görmekteyiz.
Modern toplumun bir diğer sorunu ise gösteriş yapma arzusudur. Kendimize biçtiğimiz değeri yalnızca dış görünüşle veya maddi varlıklarla tanımlamak, hayatı dar bir çerçeveden görmemize neden olur. Başkalarına gösteriş yaparak bir üstünlük sağlama arzusu, kişinin kendi içsel değerlerinden uzaklaşmasına yol açar. Maddi değerlerle ölçülen başarı ve mutluluk, insanın ruhsal ve manevi yanını geri plana atar.
Gösterişe olan bu eğilim yalnızca bireyler arasında değil, toplum içinde de yaygınlaşmaktadır. Ebeveynler, çocuklarının eğitim ve sosyal çevrelerini gösteriş unsuru olarak kullanmakta, insanlar araçlarına, evlerine ve giyimlerine gereğinden fazla önem vererek toplumda bir statü elde etmeye çalışmaktadır. Bu durum, toplumsal huzurun zedelenmesine ve insanlarda kıskançlık, rekabet gibi olumsuz duyguların güçlenmesine yol açar.
Kibirli insanlarla ilgili eleştiriler yapılırken sıkça vurgulanan bir konu da, birçok kişinin inançlarına sadık kaldığını iddia etmesine rağmen yaşantılarında Müslümanlık değerlerini ihmal etmesidir. Müslümanlık, insanlara kibirden uzak durmayı, alçakgönüllü olmayı ve paylaşmayı öğütler. Ancak ne yazık ki, pek çok insanın bu öğretileri yalnızca sözde benimsediğini görmekteyiz.
İnsan olmak aslında düşünüldüğü kadar zor değil. Birçok insan, insan olmayı para, pul, giyim-kuşam gibi yüzeysel değerlere bağlamaktadır. Oysa gerçek insanlık, maddi varlıklarla değil; sevgi, saygı, paylaşma, adalet, ve yardımlaşma gibi değerlerle ölçülür. Her insan bu erdemlere sahip olarak hayata yaklaşmalı, kendi içindeki kötülük, kibir, kıskançlık, hırs ve yalan gibi negatif duygulardan arınmaya çalışmalıdır.
Toplumsal olarak daha sağlıklı bir yapıya sahip olabilmek için insan olmanın getirdiği erdemleri yeniden öğrenmeli ve içselleştirmeliyiz. Bu erdemler, yalnızca başkalarına iyi görünmek için değil, gerçekten iç huzurumuzu bulabilmek adına gereklidir. İnsanlar arası ilişkilerde sevgi ve saygıyı temel alarak iletişim kurmak, kibirden uzak, empati dolu bir yaşam sürmek, herkes için daha sağlıklı ve huzurlu bir toplumsal ortam sağlar.
Paylaşmak, insanı daha mutlu ve huzurlu kılar. Paylaşmak yalnızca maddi varlıkları paylaşmak anlamına gelmez; bilgi, zaman, ilgi ve deneyim gibi manevi değerlerin de paylaşılması oldukça kıymetlidir. Bugün maalesef toplumda paylaşma duygusu giderek zayıflamış durumda. İnsanlar, birbirlerinin ekmeğine göz dikmekte, her şeyin yalnızca kendilerine ait olmasını istemektedir. Bu durum, insanların yalnızca bencilliğini değil, aynı zamanda toplumsal dayanışmayı da yok etmektedir.
Paylaşmanın bireylere ve topluma kazandırdığı en önemli şey, huzurdur. Gerçek bir dayanışma ortamında yaşamak, her bireyin kendini daha güvende hissetmesine olanak tanır. İhtiyacı olan bir insana yardım etmek, manevi bir tatmin sağlar ve aynı zamanda kişiyi kibirden uzaklaştırır. Yardımlaşmanın, yalnızca ihtiyaç sahiplerine değil, tüm topluma katkısı büyüktür. Paylaşmanın, dayanışmanın ve yardımlaşmanın toplumsal anlamda daha fazla teşvik edilmesi gerekmektedir.
Hak, hukuk ve adalet değerleri, toplumsal huzurun ve insanların bir arada uyum içinde yaşayabilmesinin temel taşlarıdır. Ancak günümüzde bu değerlere olan inanç ve bağlılık oldukça azalmış durumda. Herkesin sadece kendi haklarına odaklandığı, başkalarının haklarını görmezden geldiği bir ortamda toplumsal düzenin korunması mümkün değildir.
Toplum olarak adalet duygusunu yeniden güçlendirmek, bireylerin haklarını savunurken başkalarının haklarına da saygı duyması gerektiğini anlatmak önemlidir. Bireylerin vicdanlarını, hak ve hukuk anlayışlarını güçlendirecek bir bilinç geliştirilmelidir. Adil bir toplumda insanlar kendilerini daha güvende ve huzurlu hisseder, çünkü herkesin eşit muamele gördüğü bir düzende yaşamak, bireylerin birbirine olan güvenini artırır.
Günümüz toplumunda kibir, gösteriş ve bencillik gibi duygular ne yazık ki pek çok insanın kişiliğine işlemiş durumda. Ancak bu özellikler hem bireysel hem de toplumsal mutluluğu engelleyen faktörlerdir. Toplum olarak gerçekten daha huzurlu ve uyumlu bir yaşam istiyorsak, içimizdeki bu olumsuzlukları yok etmeliyiz.
İnsan olmanın, para, pul veya giysi değil; erdemli değerler ve insanlık olduğunu hatırlamalıyız. Gerçek mutluluk, sahip olduğumuz maddi değerlerde değil, paylaşma ve dayanışma ile oluşturduğumuz toplumsal bağlarda yatar. Kibirden uzak, alçak gönüllü ve paylaşımcı bir insan olmak, hem bireylerin kendi ruh sağlığını hem de toplumun refahını artıracaktır.
Unutmayalım ki, herkesin sesi birleştiğinde güçlü bir topluluk oluşturulabilir. Bu topluluk; sevgi, saygı, adalet, yardımlaşma gibi erdemlerin hakim olduğu, huzur içinde yaşayan bir toplum olur.
Yorum Yazın