Devlet, insanoğlunun tarih boyunca en karmaşık ve en önemli kurumlarından biri olmuştur. Toplumları bir arada tutan, huzuru, güvenliği ve adaleti temin eden bu kurum, çok hassas bir denge üzerine inşa edilmiştir.
Bu dengenin devamında en büyük sorumluluk şüphesiz ki siyasetçilere düşer. Devlet adâbı, siyasetçilerin hareketlerini belirleyen, onlara yol gösteren bir ahlak ve davranış sistemidir. Ancak bu adâba uygun hareket etmeyen siyasetçiler, bulundukları makamlara zarar verdikleri gibi, toplumun devlete olan güvenini de zedelerler.
Devlet adâbını benimsemiş bir siyasetçi için temel ölçüt, halkın hizmetkârı olmaktır. Bu hizmetkârlık anlayışı, sadece kağıt üzerinde bir ideal olamaz. Siyasetçi, görevde bulunduğu süre boyunca kibirden uzak durmalı, halka tepeden bakmamalı ve toplumun her kesimine eşit mesafede yaklaşmalıdır.
Halkın iradesiyle seçilen bir kişi, makamını halkın emaneti olarak görmeli, o makamı babasının malı gibi kullanmamalıdır. Ancak ne yazık ki bazı siyasetçilerin bu anlayışı benimsemediğine tanık oluyoruz.
Adam kayırma, adaletsizlik ve özellikle kibirli davranışlar, bir siyasetçinin devlet adâbından uzaklaştığının en açık göstergeleridir.
Halkın gözü çok keskindir; onlar, siyasetçinin gösteriş mi yaptığını yoksa samimi bir çaba içerisinde mi olduğunu hemen fark eder. Bu nedenle, siyasete atılan herkes, şeffaflığı, adaleti ve tevazuyu kendine rehber edinmelidir.
Bir siyasetçi için en büyük sorumluluklardan biri, devletin gücünü ve şefkatini herkese eşit bir şekilde göstermektir. Devlet gücü; hukukun önceliği, kamu düzeni ve güvenlik gibi unsurlarla kendini belli ederken, şefkat ise dezavantajlı kesimlere sunulan desteklerle tezahür eder.
Ancak bu iki unsuru dengesiz bir şekilde kullanmak, toplumsal bütünlüğe zarar verebilir. Bir siyasetçi, devletin gücünü kendi çıkarları ya da yakın çevresinin menfaatleri için kullanmaya başladığında, devlet adamı vasfını yitirir.
Adalet ise, siyasetçilerin üzerinde hassasiyetle durması gereken en önemli ilkelerden biridir. Halk, kendisine adaletle yaklaşılan bir devlet yapısında huzur bulur.
Ancak adam kayırma gibi uygulamalar, adalet anlayışına çok büyük zarar verir. Bir siyasetçi, kendi yakınlarını kayırıyorsa ya da belli bir kesimi diğerlerine tercih ediyorsa, halkın gözünde devleti küçültür. Bu da toplumun devlete olan güvenini sarsar.
Siyasetçilerin en çok düştüğü tuzaklardan biri kibirdir. Kibir, makam sahibi bir insanın şöhrete ve gücün cazibesine kapılmasıyla ortaya çıkar.
Ancak kısıtlı bir süre için halkın güvenine mazhar olmuş bir siyasetçi, bu emaneti kırılgan bir vazo gibi dikkatle taşımalıdır. Halkın gözünde büyümek, kibirle değil, tevazuyla mümkün olur. Bir siyasetçi, “Ben bilirim” tavrıyla hareket ettiğinde, halkın dertlerine kör olma riskini taşır. Oysa çok sesliliği dinlemek, ortak akıl üretmek, bir siyasetçinin en önemli görevlerinden biridir.
Günümüzde halkın siyasetçilerden en büyük beklentilerinden biri, şeffaflık ve hesap verebilirliktir. Teknolojinin ilerlediği, bilginin hızla yayıldığı bir dönemde, halkın siyasetçilerden gizli kalmış bilgileri öğrenmesi uzun sürmez.
Bu nedenle, devlet adâbına sahip şahısların şeffaf bir yönetim anlayışı benimsediğinden emin olunmalıdır. Her kararın, her politikanın hesabını verebilmek, siyasetçinin öncelikli sorumluluğundadır.
Devlet adâbı, sadece teorik bir kavram değil, pratikte uygulandığında toplumun huzur ve refahını sağlayan bir ilkeler bütünü dür. Siyasetçiler, bu ilkelere sadık kalarak toplumun güvenini kazanabilir ve gerçek bir devlet adamı olabilirler.
Kibirden uzak, adaletli, şeffaf ve tevazulu bir yönetim anlayışı, siyasetçiyi sadece halk nezdinde değil, tarih karşısında da yükseltecektir. Unutulmamalıdır ki, makamlar gelip geçicidir; ancak geride bırakılan izler kalıcıdır.
Yorum Yazın